Türkiye’nin deplasmanlı basketbol liglerinin tarihi 1960’lara dayanıyor. O günlerden bugüne ligimizde birçok takım yer aldı. Bazıları yarım asırı devirirken bazıları ise çeşitli sebeplerden dolayı faaliyetlerine son vermek zorunda kaldı. Bu yazıda tarihin tozlu sayfalarına göz atacak ve o günleri o günlerin tanıklarıyla değerlendireceğiz.
Olin Edirne
Trakya’nın basketbol geçmişi pek parlak sayılmaz zira 80’lerde kısa bir süre faaliyet göstermiş Tekirdağ temsilcisi Büyük Salat’tan sonra ligimizde başka Trakya temsilcisi yer almamıştı. Ta ki Olin Edirne’nin 2010’da -o dönemki adıyla- Beko Basketbol Ligi’ne* yükselmesine kadar.
2006’da kurulan kulüp Bölgesel Lig’de başlayan serüvenini 2010 yılında Beko Basketbol Ligi’ne çıkışıyla sürdürüyordu. İç saha maçlarını 2000 kişilik Mimar Sinan Spor Salonu’nda oynayan takımın iç saha performansı dikkat çekiciydi. Ligdeki ilk sezonunda kendi evinde oynadığı normal sezon maçlarını 11 galibiyet 4 mağlubiyetlik dereceyle bitirdi. Ayağının tozuyla ligde play off yapan takım, çeyrek finalde Banvit’e elendi ve ligdeki ilk sezonunda iz bırakmayı başardı.
*Türkiye’de basketboldaki 1. küme diyebileceğimiz ligin sponsorsuz adı kuruluşundan 2015 yılına kadar “Türkiye Basketbol Ligi (TBL)” idi, 2015 yılından itibaren federasyon nezdinde adı “Basketbol Süper Ligi (BSL)” oldu. Bu yazıda liglerin isimleri, bahsedilen dönemki ismine göre kullanılmıştır.
Lige gelir gelmez umut verseler de sonraki 3 sezonu küme düşme potasının yakınlarında bitirdiler. Bu 4 sezonda Olin Edirne formasıyla, Renaldas Seibutis, Vladimir Stimac, Predrag Samardžiski gibi oyuncuları izleme fırsatı bulduk.
2012’de Olin firmasının sponsorluktan çekilmesi gündeme geldi. Sponsor bulmakta zorluk çeken, ekonomik sıkıntıların bir bir arttığı takımın 2013’te Doğuş Grubu’na satılması ve İstanbul’a taşınması gündeme geldi ve kamuoyundan büyük tepki çekti. 2013-2014 sezonu ekonomik sıkıntılar ve takımın satılmasıyla ilgili belirsizliklerle başladı. 3 yabancısıyla lige başlayan takımda başantrenörlük koltuğuna Cem Akdağ gelmişti. Olin Edirne’nin son sezonunu ve yaşananları Cem Akdağ’a sorduk:
• 2013-14 sezonu öncesi Olin Edirne’yle anlaşmıştınız. 2013 yazı, ekonomik sıkıntıların gündeme geldiği bir yazdı. Önceki iki sezonu kümede kalmaya çalışmakla geçirmişti Olin Edirne. Siz takımın başına geçtiğinizde beklentiler nasıldı?
Benden önceki süreç içinde kümede kalma için bir mücadele gösterdikleri konusunda emin değilim. Çünkü daha önceki senelerde, daha doğrusu 2 sene öncesinde çok ciddi bütçeyle katılmışlardı. O bütçenin karşılığında netice alamadıkları için sanırım kapatmaya karar verdiler. Bir şekilde de kapatıldığını kamuoyuna duyurmuşlardı, yanılmıyorsam. Daha sonra haziran ayının sonlarına doğruydu; beni aradılar telefonla: “Biz tekrardan katılmaya karar verdik ama çok düşük bütçemiz var. Bizi çalıştırır mısın?” şeklinde. O sırada organizasyon Edirne’de olmuyordu. Yani başkan İstanbul’da yaşıyordu, bir arkadaşım vasıtasıyla benimle temas kurdular. Ben de İstanbul’a gittim, başkanla ve başkanın babasıyla bir görüşme yaptık. Görüşmenin sonunda çok zor durumda olduklarını ve çok da limitli bütçeleri olduğunu söylediler. Ben de kabul ettim ama belirlenen bütçede şuydu: Birincisi iddiadan gelen bir ücret vardı. İkincisi de; 4 yabancı oyuncu vardı, 4 yabancı oyuncudan bir tanesini almamayı taahhüt ederseniz federasyon size 250 bin dolar gibi bir ücret ödüyordu. Biz de bunu taahhüt ederek yola çıktık. Zaten işin bence en can alıcı noktası buydu. Rakip takımlarda minimum 4 tane yabancı ayrıyeten devşirme de olduğu zaman 5 taneye varan yabancı oyunculara karşı biz çok limitli bir kadroyla mücadele ettik.
• O konuda… Ligde en az yabancıyla oynayan takımdınız. Hatta takımı taşıyan oyuncuların başında Darius Washington geliyor. 32,7 dakika ortalamayla bitirmiş sezonu, 35 dakika üzeri oynadığı 12 maç var. Bir diğer Amerikalı, Torin Francis için de benzer istatistiklerden bahsedebiliriz. Rotasyon açısından yaşadığınız zorluklardan da bahsedebilir misiniz?
Zordu tabii. Şöyle ki; bir kere her şeyden önce… Bizim takımda, doğru hatırlıyorsam, yedi tane belirli bir seviyeye sahip oyuncu vardı. Ama yedi oyuncudan sonrası tamamıyla ligde hiç yer almamış ve hiç oynamayan oyunculardı. Zaten en büyük zorluklarımız da oydu. Yani 3 tane yabancımız vardı ve 4 tane de tecrübeli sayılabilecek ama çok kalburüstü sayılamayacak oyunculardı. Bazıları artık basketbolunun son senelerine gelmiş, hatta 2-3 sene sonra bırakan oyuncular vardı. Rotasyon çok dardı ama o senenin akılda kalan özelliği, çok limitli bir kadromuz olduğu için bütün takımlardan daha farklı olarak hazırlandık. Ben öyle bir plan yapmıştım. Adeta bir milli takım gibi, 15-20 gün sonra turnuvaya katılacakmış gibi hemen takım hazırlıklarına geçtik. Maçlar başladığı zaman da zaten herkes bir şeyleri oturtmaya çalışıyordu. Bizimki çoktan oturmuştu ve bilincindeydik işin. Yani sezonun başında ne kadar çok maç kazanırsak daha sonra işimizin çok zorlaşacağını ve o kazandığımız maçların çok işimize yarayacağını biliyorduk. Dolayısıyla da sezonun başında çok çok iyi bir performans gösterdik. Ama daha sonradan diğer takımlar eksiklerini tamamlayıp yeni transferler yapmaya başladıkları zaman bizde de epey bir düşüş başladı.
8 galibiyetle normal sezonu 14. bitiren takımın bir sonraki sezonu soru işaretiydi. Yaz aylarında kulübün bir menajerlik şirketine satılması gündeme gelmişti ancak sonuç alınamamıştı. Belirsizlik sürüyordu ta ki Ağustos ayının sonlarına kadar.
Hürriyet’te yazılana göre olaylar şu şekilde gerçeklenmişti:
30 Ağustos 2014’te Eskişehir’e giden takımın önce renkleri kırmızı-siyah olarak değiştirilmiş sonra da Eskişehir Basket adında tişörtler basılmıştı. Tüm bunlar yaşanırken daha Olin Edirne yönetiminden açıklama gelmemişti. Daha sonradan yapılan açıklamada yeni yönetimin taraftar ve sponsor desteği nedeniyle Edirne yerine Eskişehir’i tercih ettiği söylenmişti. Edirneli taraftarlar halden hiç memnun değildi. Taraftar grupları, yönetimin “Bu takım, Edirne’nin takımı. Biz takıma sponsor bulacağız. Takım her zaman Edirne’de kalacak” şeklinde konuştuğunu hatırlatıyorlardı.
Eskişehir Basket
Takımın Edirne’den Eskişehir’e taşınmasının yankıları sürerken transferler yapılmaya başlanmıştı. Metecan Birsen, Kartal Özmızrak, Buğrahan Tuncer gibi yerli oyuncular kadroya katılmıştı. Jerome Randle, Manny Harris, Marcus Haislip gibi ligimizde daha önce de oynamış yabancılarla anlaşılmıştı.
Salon için Anadolu Üniversitesi ile anlaşan kulüp, ev sahibi olduğu maçlar için öğrencileri tribünlere çekme hedefindeydi. İlk üç maçta galibiyet yüzü göremeyen takımda Koç Alp Bayramoğlu ile yollar ayrılmış, yerine tanıdık bir isim olan Cem Akdağ geçmişti.
•Alp Bayramoğlu’yla yollar ayrıldıktan sonra Eskişehir Basket’in başına geçtiniz. 12 maçta 10 mağlubiyet 2 galibiyet alınıyor o dönem ve sizinle de yollar ayrılıyor. Sonrasında da takım küme düşmüştü zaten. Sizce takımdaki asıl sıkıntı neydi, anlatır mısınız?
Takımdaki problem tamamıyla kadro mühendisliğinden kaynaklanıyordu, bu birincisi. İkincisi de takım istanbul’da yaşayacak maçlar eskişehir’de oynanacak gibi çok eskilerde yapılan bir durum vardı. Yabancı oyuncularda ucuza gidilmiş, hiçbir katkısı olmayacak “rookie” yabancılar alınmış. Bunların hepsini değiştirmek mecburiyetindesiniz. Ben gittiğim sırada zaten yapılacak pek bir şey yoktu. Tabii bence burada bütün kabahat biraz önce bahsetmiş olduğum gibi pek vizyon sahibi olmayan yöneticilerden kaynaklanıyordu. Sonunda bir hamle yaparak ünlü koç Brad Greenberg’i getirdiler. Daha sonradan bizde planlarda olmayan, bize bahsetmedikleri beş ya da altı tane oyuncuya büyük rakamlar verdiler. Sezon sonuna kadar çabaladılar ama neticede kaybettiler. O sene oradan genç oyuncu ortaya çıkmadı. Halbuki şu anda o genç oyuncuların hepsini sayacağım size bugün hepsi şimdi oynamaya devam ediyorlar ama aradan geçen süre ,2013 yılından bahsediyoruz, 2018’den sonra yani 5 sene sonra falan iyi yerlere geldiler. Buğrahan (Tuncer), Kartal (Özmızrak), Metecan (Birsen). Bu oyuncular ancak daha sonradan epey bir süre geçtikten sonra bir noktaya geldiler. Esasında o zamanki hayal onların bir an önce ortaya çıkması, oynamasıydı ama zamanlama konusunda bir yanlışlık yapıldı.
Üzücü bir durum, hem Edirne hem de Eskişehir… Edirne takımı Edirne’de kalıcı bir organizasyon yapsaydı, bugün orada ciddi bir potansiyel var. Trakya bölgesinin önemli bir potansiyeli var. Aynı şekilde Eskişehir de bugün harika bir salona sahip. Orada da ciddi bir organizasyon yapılsaydı ve iyi bir alt yapı kurulsaydı bugün onlar da devam edebilirlerdi.
Eskişehir Basket, 9 galibiyet 21 mağlubiyetle BSL’deki ilk sezonunu 15. sırada bitirdi ve küme düştü.
TBL’de geçirdiği iki sezonun ardından 2017’de tekrar Süper Lig’e yükseldi. TBL’deki bu iki sezonun arasına bir de Federasyon Kupası sığdırdı.
2017-2018 sezonuna 10 galibiyet 3 mağlubiyetle iyi bir başlangıç yapan Eskişehir Basket, 16 galibiyet 14 mağlubiyetlik dereceyle 7. sıradan play off’a girmişti. Play off’ta çeyrek-final serisini Tofaş’a 2-0’la kaybetmiş ve sezonu kapatmıştı.
Ertesi sezon FIBA Şampiyonlar Ligi’ne de katılacak olan takım, 2018 yazında yaptığı açıklamayla ligden çekilme kararı alındığını ve faaliyetlerini sonlandırdığını açıklamıştı:
“…Yarışmacı bir bütçe planlaması için son güne kadar umutla arayışlarımız devam ederken maalesef ne sponsorlardan ne de şehir dinamiklerinden gerekli katkılar elde edilememiştir.
…Bugün içinde bulunduğumuz şartlarda bu hedeflerin devamlılığında görmüş olduğumuz tehlikelerden dolayı, günü kurtarmak yerine faaliyetlerimizi sonlandırma kararı almış bulunuyoruz.” (Eskişehir Basket Resmi Twitter Hesabı – 13 Temmuz 2018)
Bu tip organizasyonları yaratmak için vizyon sahibi yöneticiler gerekiyor. Aynı Banvit örneğinde olduğu gibi bir organizasyon kurdukları zaman belki şampiyonluğu hedeflemeyecek ama orta sıraları hedefleyecek, ki günümüzde bu da epey zorlaştı artık. Ama bunun yanı sıra da çok sağlam bir altyapı organizasyonu kuracak. Şimdi çoğu insan uzun vadeli olduğu için altyapı organizasyonlarına önem vermiyor. Ancak şöyle bir şey düşünün, bugün Banvit’in biri NBA’de olmak üzere, Euroleague takımlarında oynayan birçok oyuncusu var ve bunların hepsi bir altyapı organizasyonundan çıktılar. Sezon içinde de oynarken, almış oldukları yabancıların yanına bu genç oyuncuları koyarak oynadılar. Bu tip organizasyonlar başarılı olabiliyor. Yoksa siz bir sene bir takım kurarsanız, bir sene, 2 sene, 3 sene idare edersiniz ama sonunda bir şekilde sona erer. Çünkü diğer takımlar daha çok para yatıracaklardır, bütçeleri artacaktır. Bence işin sırrı tamamıyla organize bir altyapı kurabilmek. Şimdi bu sene bunu çok güzel bir şekilde Bursaspor yapıyor. Banvit’in antrenörü Ahmet Gürgen’in getirdiler ve şimdi orada daha birinci senesi. Tabii gerçekten bir yatırım yapıyorlar. Yani Türkiye’yi tanıyorlar, en iyi oyuncuları buluyorlar, bir araya getiriyorlar, bir kampta kalıyorlar, her türlü şeylerle ilgileniyorlar. Bakın görün bence 3 sene sonra ,inşallah devam ederse, artık A takımlarında 2-3 tane oyuncuya milyon dolarlar vererek yabancı oyuncu transfer etmek yerine 3 tane yerli oyuncuyla bütçeden çok ciddi tasarruf etme ve şehre de basketbolu sevdirme açısından iyi bir şey gerçekleştirmiş olacaklar. -Cem Akdağ
Bandırma BK (Banvit)
Sıra geldi listenin belki de en önemlilerinden birine: Banvit’e. 1994’te Banvit fabrikasındaki çalışanların oluşturduğu yönetim kuruluyla kurulan kulüp, 2004’e kadarki 10 yıllık dönemi alt liglerde mücadele vererek geçirdi. 2003-2004 sezonunun sonunda Erdemir ile birlikte TBL’ye çıkan iki takımdan biri oldu. TBL’deki ilk iki sezonunu dönemin Yeni Zelanda milli takımı koçu Tab Baldwin yönetiminde geçiren takım, 2005-2006 normal sezonunu 4. bitirdi. Çeyrek-finalde Türk Telekom’u eleyen Banvitspor, daha sonra şampiyon olacak olan, Ülkerspor’a yarı-final serisini 3-1 kaybetti. Banvit’in bu başarısı kimsenin baştan öngöremeyeceği bir zincirin ilk halkasıydı. Zira Banvit, feshedildiği 2020 yılına dek yalnızca iki defa play off potasına giremedi (2005/2009). Türkiye Kupası’nda 3 kez final oynayan takım, birinden kupayla ayrıldı (2017). Ligde olduğu kadar Avrupa kupalarında da rekabetçi kalmaya devam eden takım, 2014-2015 sezonunda Eurocup’ta yarı-final, 2016-2017 sezonunda FIBA Basketbol Şampiyonlar Ligi’nde final oynama başarısı gösterdi.
Ligde yer aldığı 16 sezon içinde 2016-2017 sezonuna ayrı bir parantez açmakta fayda var. Saso Flipovski yönetiminde lige 7’de 7 ile başlayan takım, Şampiyonlar Ligi’nde de emin adımlarla yoluna devam ederken aralık ayının ortalarında Türk basketbol tarihindeki önemli takaslardan biri gerçekleşti: Anadolu Efes’te aradığı süreleri bulamayan Furkan Korkmaz, Can Maxim Mutaf karşılığında Banvit’e transfer olmuştu. Şampiyonlar Ligi’nde 10 maçta 24.7 dakika, 10.4 sayı, 2.1 asist ortalamalarıyla oynayan Furkan Korkmaz, NBA’den önce aradığı basamağı Banvit’te bulmuştu. Tenerife’deki Final-Four’a adını yazdıran takım, yarı-finalde Monaco’yu 83-74 yendikten sonra finalde ev sahibi Iberostar Tenerife’nin rakibi oldu. Temsilcimiz maçın belirli sekanslarında rakibine yetişmeyi başarsa da Tenerife, büyük bölümünü önde geçirdiği maçı 63-59 kazandı. Banvit’ten Jordan Theodore sezon MVP’si ödülünü alırken, Furkan Korkmaz ise “En İyi Genç Oyuncu” ödülünün sahibi oldu. Final-four’un ardından ligimizde play off’a 5. sıradan giren takım, Darüşşafaka Doğuş’a çeyrek-finalde 2-0 elendi ve sezonu kapattı.
Banvit’in Türk basketboluna katkıları sadece A takımda değil altyapıyla da sürüyordu. Türkiye’nin en büyük altyapı organizasyonlarından birini kuran takımın yetiştirdiği oyuncular saymakla bitmez. Alperen Şengün şöyle bahsediyor:
Bandırma’da tabii şöyle bir avantaj var… Türkiye’de birçok kulüpte gece gidip salonun ışığını açmanız dert, oynamak istediğinizde orada görevli bulmak problem, malum. Biz direkt salonun içindeydik. Akşam yatmaya hazırlanırken “Hadi biraz oynayalım” dediğimizde yataktan kalkıp salona geçerdik. Lojmanda, yatakhanede birlikte geçirdiğimiz vakit bir aile ortamı oluşturabilmemizi sağladı. Hep beraber basketbol oynuyorduk… (Socrates – Şubat 2021)
Altyapı demişken Bandırma Kırmızı’dan da bahsetmek gerek. 2005’te Banvit’in pilot takımı olarak Genç Banvitliler adıyla kurulan takım, genç oyuncuların alt liglerde süre aldığı bir takımdı. 2010-2011 yılında TB2L’de şampiyon olan takımın hakları için birçok kulüpten teklif gelse de Banvit yönetimi bunu kabul etmedi ve 2011-2012 sezonunda Beko Basketbol Ligi’ne yükseldi. Banvit -resmiyette öyle gözükmese de- 2011-2012 sezonunda pilot takımıyla birlikte aynı salonda ve aynı ligde mücadele etti.
2019 yılına gelindiğinde organizasyonun devamı açsından risk oluşturan ihtimaller gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. 2017’de hisselerinin büyük bölümü Brezilyalı bir gruba satılan Banvit, basketbola olan yatırımını kesince 2019 yazında “Bandırma Basketbol İhtisas Kulübü” adı altında yeni bir yapılanmaya gidildi. Maddi sıkıntıları aşamayan yeni yapılanma 1 sezon dayanabildi ve 2019-2020 sezonunun sonunda kulüp, faaliyetlerine son verdi.
Eczacıbaşı
Yazının bu bölümünde sizleri biraz daha eskilere götüreceğim, 60’lı yıllara. Deplasmanlı ligin ilk defa oynandığı dönem, ligdeki takımların profilinden “Adanmak”ta şöyle bahsediliyor:
“Türk basketbolu deplasman yolculuklarına kavuşsa da, ligin kabuğunu tam olarak kırdığı söylenemezdi. Basketbolun futbol gölgesinde bir yaşama mecbur bırakıldığı kulüp takımları, kendi yağında kavrulan semt takımları, iyi niyetli ama üst düzey rekabet için yetersiz okul takımları ve sürdürülebilir bir proje ortaya koyması teknik açıdan mümkün olmayan devlet ve ordu takımlarından oluşan lig, vaatlerin çok küçük bir bölümünü karşılayabiliyordu.”
Hal böyle olunca belki de atılması gereken adım müessese kulüplerinin kurulması ve lig kalitesinin artırılmasıydı.
“Son yıllarda üzerinde çokça konuşulan müessese kulüpleri sorununa açıklık getirmekte fayda var. Önce şu sualin yanıtını verelim: Bir müessese neden kulüp kurar?”
Dar manada, üretimi daha kolay değerlendirecek reklamı insanların kafasına dan dan vurmadan, hissettirmeden sağlamak için. ürettiklerini zaten kolayca satabilen ciddi kuruluşlar içinse amaç reklamdan çok, kamuoyunu başarılarla etkileyerek, önce müessesede çalışanlarda, sonra halkta güven hissi uyandırmaktır.” (Yalçın Granit – Milliyet, 22 Temmuz 1979)
Masa tenisi ve voleyboldan sonra basketbol de şubesini kuran Eczacıbaşı, Yalçın Granit’in ısrarıyla 1973’te kendi salonunun inşasını tamamladığında hedeflerinin göründüğünden daha büyük olduğunu da hissettirmişti. Zira “Türkiye’de bir özel sektör kuruluşu tarafından yaptırılan ilk spor salonu”nun açılışına Yugoslav devi Partizan da katılmıştı. Partizan’nın salonu Pionir’in o yılın sonunda ev sahipliği yapmaya başlaması, Eczacıbaşı ve Yalçın Granit’in vizyonunun bir adım önde olduğunu da gösteriyordu.
1972-1973 sezonunda İkinci Lig’e çıkan takımın her maçta 100 sayı barajını aşması seyircileri o yıllarda dünya basketbolunda pek görülmemiş bir tempoyla tanıştırmıştı. Döneminin en etkili hızlı hücum takımlarından olan Eczacıbaşı, o sezon İkinci Lig’i domine etmiş ve 1974 Mart’ında Karşıyaka ile oynan finali zaferle taçlandırmıştı. 6 yılda 5 lig birden yükselen takım, sadece Birinci Lig’e çıkmakla kalmamış, gözünü Türk basketbolunun zirvesine dikmişti.
1975’te Yalçın Granit takımdan ayrılırken takımın başına geçen onun tavsiyesiyle Aydan Siyavuş oluyordu. Eczacıbaşı’na gelene kadar İtü ve Modaspor’da antrenörlük yapmış olan Aydan Siyavuş’un kariyeri Eczacıbaşı’yla zirveyi görmüş, 7 sezonda 6 kez şampiyon olmuşlardı.
Faaliyet gösterdiği 24 sene boyunca 2 kez İkinci Lig, 8 kez de Birinci Lig şampiyonu olan şube, 1992 de tekrardan İkinci Lig’e düşünce kapatılma kararı alındı. 1996’da da erkek voleybol şubesini kapatan kulüp, günümüzde sadece kadın voleybol takımı ile çalışmalarına devam ediyor.
Erdemir
1966’da kurulan kulübün erkek basketbol şubesinden önce erkek voleybola değinmek gerek. Müessese kulübü olgusunun önemli örneklerinden olan Erdemir’in erkek voleybol takımı 2000’lerin başında Erkekler Voleybol 1. Ligi’nde 3 kez şampiyon olmuştu (2001/2004/2005).
2004 yılında TBL’ye adımını atan takım, 2006’da küme düştü. TB2L’de geçen 2 sezonun ardından 2008’de TB2L şampiyonu oldu. 2008-2009 sezonunda Türkiye Kupası’nda final oynama başarısı gösterdi.*²
*²Türkiye Kupası’nın eski formatı; 4’er takımlı 4 grup üzerinden oynanıyordu. Grup aşaması 4 ayrı şehirde tamamlandıktan sonra şampiyon, kalan takımlar arasında 8’li eleme usulü belirleniyordu. 2015-2016 sezonundan itibaren ligin ilk yarısını ilk 8 sırada tamamlayan takımlar direkt olarak 8’li finallere katılma hakkı kazanmıştır.
Maçlarını 2000 kişilik Erdemir Spor Salonu’nda oynayan Batı Karadeniz temsilcisinin sporculara yönelik imkanları dönemin şartlarına göre hep iyi anılıyor:
Tüm sporcular 1960’larda ABD’li mühendislerin tasarladığı Erdemir kompleksinde, çalışanlar için inşa edilmiş lojmanlarda kalıyor. Kulüp 15-20 dairelik bazı blokları tamamen sporculara tahsis etmiş. Bu bloklarda hem güreşçiler hem basketçiler hem de voleybolcular yaşıyor. Bu dayalı döşeli lojmanlarda yüksek hızlı internet bağlantısından uydu antenine ve mutfak gereçlerine kadar her şey mevcut. Sporcular ülkelerinden gelirken yanlarında sadece dizüstü bilgisayarlarını getirmiş.
Erdemirspor basketbol erkek takımının baş antrenörü Ayhan Kalyoncu, Ereğli’nin bir sporcu için biçilmiş kaftan olduğunu söylüyor: “Lojmanlar, spor salonu, lokanta yürüme mesafesinde. Kafalarını meşgul edecek hiçbir sorun yok. Sadece işlerine odaklanıyorlar.” (Hürriyet, Karadeniz Kıyısındaki Amerikan Kolonisi – 24 Nisan 2005)
Takıma 2010 yılında Ahmet Çakı’nın yardımcısı olarak katılan ve 2013’te Erdemir’in son sezonunda başantrenörlük yapmış olan Koç Özhan Çıvgın, Erdemir’i anlattı.
•Hikayenin başına gitmek istiyorum. Siz Erdemir’e gitmeden 2 sezon önce Türkiye Kupası’nda final oynamıştı takım. Ertesi sezon da 8. sıradan play off yapmıştı. 2010’da Ahmet Çakı’nın yardımcısı olarak Erdemir’deki ekibe katılıyorsunuz. O dönemde Erdemir’in hedefleri ve vizyonu nasıl şekillenmişti, biraz anlatır mısınız?
O zamanlar 3 yabancılı sistem hatta 3 + 1 vardı galiba yanlış hatırlamıyorsam. Biz Erdemir olarak hep 3 yabancıyla devam ediyorduk. Yani çok ciddi bir bütçemiz yoktu, ilk hedef ligde kalmaktı. Play off bandına bir takım kuralım, gibi bir hedefimiz yoktu, yani kulübün öyle bir vizyonu yoktu. Kulübün, Süper Lig’de kalıcı olalım, çok büyük paralar harcamayalım, basketbol burada devam etsin şeklinde bir yaklaşımı vardı. Ama bunun bir sürü nedeni var tabii.
•Ne gibi mesela?
Daha önceki yıllarda Erdemir’de çok fazla branş vardı. Futbol, bayan voleybol, erkek voleybol şubeleri vardı ve bunlar üst düzeyde oynamış , Avrupa’da final oynayan, derece yapan takımlardı. Bu şubelerin finansmanının hepsini Erdemir, fabrika olarak sağlıyordu. Bu sağlanırken ,tabii bildiğim kadarıyla, işçilerin ve beyaz yakalıların maaşlarının bir kesinti oluyordu. E tabii bundan çok da mutlu değildi insanlar. Sonra voleybol ve birkaç şube kapatıldı, bir tek erkek basketbol şubesi kaldı.
•Az önce 3 yabancılı sistemden bahsettiniz. Ligde az yabancıyla oynayan takımlarda yerli oyuncuların performansı daha da önemli oluyor. Erdemir’de çalıştığınız dönem Melih Mahmutoğlu, Nusret Yıldırım gibi ligde halen oynamaya devam eden bazı oyuncular da vardı. Onlar hakkında neler söylemek istersiniz?
Aslında ondan öncesi de var, Hakan Demirel oynadı, bizden Fenerbahçe’ye transfer oldu. Altan Erol, Erkan Veyseloğlu, Soner Şentürk, daha hatırlayamadığım birçok oyuncu daha… Bizim oynadığımız önemli Türk oyunculardı ve hepsi de yukarıya sıçradılar. Tabii 3 yabancıyla oynamak da bunda etkili oldu diyebilirim. Çok fazla süre alıyorlardı ve daha önemlisi sorumluluk alıyorlardı, bu da onları çok geliştirdi. Ayrıca Erdemir’de ve oynayan oyuncuların zaten çok fazla bir sosyal hayatı olmuyordu. Sadece basketbola konsantre oluyorlardı. Zaten Ereğli çok ufak bir yer, bu yüzden sosyal olarak yapılacak pek bir şey yok. Oyuncular birbirleriyle çok fazla vakit geçiriyorlar ve çok ekstra çalışıyorlardı.
•1 galibiyetle play off’u kaçırıyorsunuz ve normal sezonu 10. sırada bitiriyor Erdemir. Sezon sonundaki hava nasıldı? En azından oyuncular ve teknik ekip tatile çıkmadan önce.
Şöyle, her sene Erdemir ile ilgili kapanacak söylentileri oluyordu, her sezon bittiğinde. Sezon yine söylentilerle bitti ama bana sorsanız kapanma ihtimali yüzde bir idi ve o ihtimal gerçekleşti. Hatta biz genel menajerimiz Ömer Bey ile görüşmüştük. Bir sonraki sezon için yönetim kurulundan bütçe çıkacaktı ve bir sonraki sezonun hazırlıklarına başlayacaktık. O gün yönetim kurulu toplanana kadar öyle bir şey yoktu ama toplantı bitti; Ömer Bey aradı: “Hocam kapatma kararı aldılar.” dedi ve kulüp kapandı. Daha doğrusu şubeden ziyade A takımı kapattılar, alt yapılar devam edecekti ama hâlâ devam ediyorlar mı bilmiyorum.
•Gazetelerde basketbola çok yer verilmiyor hal böyle olunca Erdemir ile ilgili yalnızca birkaç haber bulabildim. Hepsinde Erdemir’in tesisleri takdir görmüş. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, sporculara yönelik imkanlar nasıldı?
İmkanlar gerçekten çok iyiydi. Yani sporcuların hepsine ev veriliyordu. Evlerin bütün masraflarını da kulüp karşılıyor. Daha doğrusu karşılayacak bir masraf da yoktu. Erdemir bir demir çelik fabrikası. Zaten her şeye sahip. Kendi barajı var, kendi elektriğini üretiyor, kendi ısınmasını üretiyor. Bütün çalışanların da oturduğu tesislerin hepsinde elektrik, ısınma, su; bunların hepsi bedavaydı. Zaten oyuncular da bunlardan faydalanıyordu. O dönemde birçok kulüpte olmayan; öğle yemeği, akşam yemeği imkanımız vardı. Orada oyuncuların veya çalışanların bu tür masrafları olmuyordu.
Uşak Sportif
2006’da kurulan İç Ege temsilcisi, alt liglerde geçirdiği 8 sezonun ardından 2013 yılında Beko Basketbol Ligi’ne yükseldi. Ligde geçirdiği 5 sezonda iki kez play off oynama başarısı gösterdi. Avrupa’da, FIBA Europe Cup ve FIBA Şampiyonlar Ligi’nde de oynayan takım, 2014-15 sezonunda Europe Cup’ta Son 16 turu oynama başarısı gösterdi. Uşak Sportif’in kuruluşundan kapanışına kadar baş antrenörlük yapmış olan Ozan Bulkaz, sorularımızı yanıtladı.
• Uşak’ın 2006’da basketbol şubesinin kuruluşundan itibaren organizasyonda yer aldınız, en başına gitmek istiyorum. Yollarınız nasıl kesişti Uşak Sportif ya da o dönemki adıyla Uşak Üniversitesi basketbol takımıyla?
Üniversiteden mezun olduktan sonra kendi şehrime atandım. Uşak’ta beden eğitimi öğretmeni olarak. Orada İl Emniyet Gücü adı altında basketbol antrenörlüğüne başladım. Orada güzel bir genç takım, aynı zamanda öğretmeni olduğum lisenin de okul takımında güzel bir hikaye yazdık. Uşak şampiyonu olduk, yarı-final oynadık Türkiye Şampiyonası’nda. O takımı daha sonra kendi arkadaş grubumla bölgesel lige taşımaya karar verdik ve profesyonel liglerle Uşak’ı ilk defa tanıştırmış olduk böylece. Daha sonra o takım bir sene Bölgesel Lig’den sonra 2. Lige çıktı. 8 sene İkinci Lig’de mücadele ettik. Yani söyleyeceğim en başından beri Uşak Sportif’in doğması, bizim arkadaş grubumuzun ve Uşak’ın kendi içinden, kendi düşüncesiyle ortaya çıkan bir organizasyon.
• TBL’de geçen 7 sezonun ardından 2013’te BSL’ye çıktınız. 2012-2013 sezonu… TBL’de geçen 6 yılda olmayan ama o sezon olan şey neydi, o seneki başarının sırrı neydi?
Tabii ki 8 yılın tecrübesi ve o sene yakaladığımız mükemmel 2 yabancı oyuncu: Justin Carter ve Eric Buckner. Ki Carter 4000 dolara oynuyordu. Eric Buckner da 3000 dolara. Buckner’ın “rookie” senesiydi. Carter da bir sene önce Manisa’da beğenilmeyip Tire’ye gönderilmiş bir oyuncuydu. Biz bu iki oyuncuyu… Aslında o zamanın tecrübesizliği ile biraz da şans da diyebiliriz. Çünkü bu konuda çok büyük çalışmalarımız, çok büyük scout’larımız yoktu. Çok da iyi bir yerli kadromuz vardı: Gürol, Serhan, Selahattin, Şahin… Şu anda ismini hatırlayamadığım birçok oyuncu… İyi bir takım organizasyonu ve birbiriyle olmaktan keyif alan bir takımdık. Taraftar da artık 8 senenin arkasından 1. Ligi istiyordu. Salonu bırak, salonun dışı bile doluydu. Küçük salonda oynuyorduk o dönem. Böyle bir sinerjiyle ligi lider tamamladık. Harika bir sezon arkasından da sonuç geldi.
• Süper Lig’deki ilk sezonda play off yapmıştı takımınız. Play off çeyrek finalinde de Fenerbahçe’ye elenmiştiniz. BSL’deki ilk sezonunuza da değinir misiniz?
Bizim için senelerin hayali gerçek olmuştu. Hem bunun sevinci hem de ligde ne yapacağımız, hem kamuoyu tarafından hem de kendi içimizde merak konusuydu. Çok heyecanlı hazırlandık, çok heyecanlı çalıştık. Getirdiğimiz yabancılar bizim için çok önemliydi. Yerli kadrosu çok önemliydi ve ilk sezon harika bir başlangıç yapıp play off yaptık. Fenerbahçe’yle de play off’da eşleştik. O da bizim için güzeldi. Çünkü Uşak seyircisi; Anadolu Efes, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi takımları görmeyi çok istiyordu. Doyasıya bir sezon oldu. Lige çıkıp üzerine de play off yapmamız ve ertesi sene Avrupa Kupası oynamamız harikaydı.
• Oradan Fenerbahçe’yle olan maçlara da değinmek istiyorum. Uşak ligde oynadığı play off serilerinin ikisini de Fenerbahçe’ye karşı oynadı. Evinizde iki defa da mağlup etmiştiniz Fenerbahçe’yi. Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam Jan Vesely bir röportajda Uşak için “en zor deplasman” demişti. Siz ne söylemek istersiniz bu konu hakkında?
Hem oyuncular hem de Koç Obradovic, Uşak ve benimle ilgili övgü dolu sözler sarf ettiler. Hatta Fenerbahçe’ye karşı sezonun ilk maçında kazanmıştık. Ekpe Udoh bir saniye kala faul atışlarından birini kaçırdı ve biz galibiyete ulaşmıştık. O sene de Fenerbahçe Euroleague şampiyonu oldu. Bizim bu tür maçlara motivasyonumuz daha farklı oluyordu. Çünkü küçük bir şehir, senelerin özlemi. Bu maçlarda tribünler dolar, hatta bir iki gün öncesinden şehirde bir hareketlenme olurdu. Tabii bizim de seçtiğimiz oyuncular hep “winner” karakterde ve sürprize açık oyunculardı. O yüzden, bizim için Fenerbahçe maçları özeldi ve galiba biz de özel oynadık ve kazandık o maçları.
• Rahmetli İsmet Badem’in 2014’te Lig TV’de yaptığı konuşmadan alıntılıyorum: “…100 tane tekstil firması var. 3 tane lider olan seramik fabrikası var, 40 tane deri fabrikası var. Önemli peynir fabrikaları var. Türkiye’de vergi rekortmenliğinde ilk 10’a giren altın fabrikası var. Bu şehrin altınını alıyorsun, arazisinden istifade ediyorsun. Niçin bu fabrikalar bu kadar para kazanırken bütün bu iş adamları seyrediyor? Niçin basketbola sahip çıkmıyorsunuz? Niçin bu salonun iki tarafı duvar, o iş adamları bir araya gelse bir sene içinde burada 10.000 kişilik salon olur ve 10.000 kişi dolar buraya…” Buradan yola çıkarak sormak istiyorum: Uşak’ta çalıştığınız dönem boyunca takımın, şehir dinamiklerinden ve sermayeden yeterli katkıyı alabildiğini düşünüyor musunuz?
Öncelikle İsmet Abi nur içinde yatsın. Allah rahmet eylesin. Bize her zaman destek oldu, o zamanki Lig TV’de yapılan programda gerek İsmet Badem gerek Murat Murathanoğlu… Beni yılın koçu seçtiler, çok onore ettiler. İsmet Abi’nin bu söyleminden ve senin soruna gelince; aslında ilin önde gelen organizasyonları, fabrikaları bu takıma bir şekilde emek verdi. Biliyorsun, Muratbey senelerce bizimle birlikteydi. Anadolu firması senelerce bizimle birlikteydi. Ama o kadar zor bir şeyi başardık ve sonunda yapılacak küçük bir hamle kurumsallaşma adına uzun vadeli bir sponsorluk ve bir tesisleşme, aslında ilin yapamayacağı bir şey değildi ama başarılar da başarısızlıklar da aslında küçük ayrıntıları bünyesinde saklıyor. Yani o dönemde; yenmek yenilmek ya da o anın popülist duyguları yerine, başımızda akıllı, bizi tesisleşme yönüne yönlendirecek, uzun vadeli sponsorluğa yönlendirecek hamleler olsaydı şu anda iş başka bir yere giderdi. Gerçekten o herkesin bahsettiği basketbol şehri, herkesin bahsettiği altyapı tesislerine birlikte gelinebilirdi. Aslında az değil. 16 senede çok istikrarlı bir organizasyondur. Altı da çok doluydu ama bu kadar şey başarmışken küçük bir hamle, İsmet Abi’nin söylediği o şeyler yapılsa iş çok daha güzel olacaktı, olmadı.
• Yüksek seviyede oynayan birçok oyuncunun kariyerinde, “kariyer basamağı” olarak tabir edebileceğimiz takımlar vardır. Uşak’ta; Sertaç Şanlı, Khem Birch, Shaquielle Mckissic gibi daha sonradan NBA ve Euroleague’de oynayan birçok oyuncuyla çalıştınız. Onlarla ilgili neler söylemek istersiniz?
Gurur duyuyoruz. Hem Uşaklı gurur duyuyor hem de ben gurur duyuyorum onlarla. Onların daha sonra NBA, Euroleague ve Avrupa’da oynamaları bizim için onur ve gurur verici. Bu doğru işler yaptığımızın bir göstergesi. Bazıları hâlâ bazı platformlarda bizimle ilgili güzel şeyler söylüyorlar. Yolları açık olsun. Tabii ki şu anda Uşak’ta bir takım daha var TB2L’de mücadele ediyor.
• İlkler Şehri Uşak Basketbol…
Evet. O takım da yukarıya çıksın, yeniden bir sayfa yazsın. Bunların hepsi olabilecek şeyler, yeniden buradan yıldızlar çıksın ve bizim geçmişten getirdiğimiz tecrübeleri yapamadığımız şeyleri Uşak’ta onlar başarsın. Biz de her türlü desteğimizi veririz ama dediğin gibi Uşak’ın kapanması ve diğer kulüplerin kapanması çok üzüntü verici şeyler. Çünkü emeğin ve gerçek anlamda birçok çalışmanın ürünüydü. Çok uzun seneler aldı.
• Son olarak da… Aklınıza gelen bir hikaye var mı?
O kadar çok hikaye var ki ilk aklıma gelen bu. Yıllar sonra Avrupa’da kura çekimine Fatihhan’ı (Erdoğan) gönderdik. Genel menajerimiz. Aynı zamanda heyecanla sohbet ediyoruz; oyuncularla, eşimle, ailemle hep beraber. Fatihhan kura çekimine gitti. Biz de o hevesle: “İtalya olur, yok Almanya olur, Fransa olur…” Biraz da gırgıra döktük işi ve bu düşüncelerle kura çekimini bekliyoruz. Fatihhan kurayı bir çekti, ilk maç Krasnodar, Rusya (gülerek). Hepimiz şok olduk. Tabii ki bir araştırma yaptık, daha önce giden takımlara sorduk. Eksi 25 dereceye ineceğiz. Önce Moskova’ya buradan. Moskova’dan 6 saat ,daha kötü bir hava yoluyla, yolculuk… Sibirya’ya indiğimizde eksi 25 olacak. Hummalı bir çalışma, kar maskeleri, termal içlikler; böyle bir fotoğrafımız vardı. Sen sorunca aklıma ilk o geldi.